------------------------------- Sitemizde lütfen yorum atarken ahlaki kuralları göz önünde bulundurarak yorum atalım... ----------------------------------- Sitemize kayıt olmanıza gerek yoktur... ---------------------------------- Yeni yazarlar aranmaktadır... ------------------------------- Sitemiz artık Googlede... ---------------------------- turkleroyun@hotmail.com' dan bana ulaşın..

SİTEMİZDE SADECE FELSEFE BULUNMAMAKTADIR YAZILARDA BULUNMAKTADIR...

12 Temmuz 2011 Salı

Atatürk Söylüyor

Uluslar, ıstırap ve kötülük nedir bilmemeli­dirler. Şeflerin vazifesi halka zevk ve saadet yo­lunu göstermektir.
Vaktiyle, ben de filozofların hayat hakkındaki düşüncelerini anlamak için bazı kitaplar okudum, Bir kısmı her şeyi kapkaranlık görüyorlardı : Çünkü « Hiç bir şey değiliz ve hiçliğe karışa­cağız diyorlar ve bu âlemin faniliği içinde sürur ve saadete yer bulamıyorlardı. »
Başka kitaplar da okudum. Bunlar daha ma­kûl düşünen insanlar tarafından yazılmıştı. Çünkü bu filozoflar,”Mademki biz hiçiz ve bununla beraber bir sonsuzluğa doğru gidiyoruz, hiç olmazsa bu sürüklenme esnasında şen ve neşeli olalım” diyorlardı.
Ben hayatın bu ikinci mefhumunu tercih eden tabiattayım. Fakat ona şu anlatacağım şartları eklemek suretiyle :
Bütün beşeriyetin varlığını kendi nefsinde temsil zannına düşenler bedbaht adamlardır. İn­san bir fert olarak er geç ölecektir. Kendi şahsı­mız için değil bizden sonra gelecekler için çalış­mak saadetin ilk şartıdır ki herkes buna vasıl olabilir. Akıllı bir adam başka türlü hareket edemez. Hayatta tam bir saadet ve sevinç ancak gelecek nesillerin şerefi, bahtiyarlığı ve varlığı için çalışmakla elde edilir.
Böyle hareket eden bir insan: « Benden son­ra gelecekler benim böyle bir arzu ile çalıştığımı acaba hesap edecekler mi?» dememelidir.Hatta hiz­metlerinin gelecek nesiller tarafından bilinmeme­sini istemeği tercih edecek karakterdeki adamlar daha ziyade bahtiyardırlar diyeceğim.
Herkes bir şey beğenir ; bazıları bahçeciliği ve çiçek yetiştirmeği severler; başkaları da in­sanları forme etmekten hoşlanırlar. Çiçek yetiştirenler çiçeklerden ne beklerler? Adam yetiştirenler de bu çiçek meraklıları gibi davranmalıdır.
Kendi nefsini milletinin ve vatanının saade­tinden daha önce düşünenler ancak ikinci dere­cede adamlardır. Şahıslarına büyük bir ehemmiyet vererek mensup oldukları yurdun ve ulusun var­lığını kendi zâtları ile kaim zannedenler milletle­rinin saadetine hizmet etmiş addedilmezler. Or­tadan çekildikten sonra hareket ve terakki yatın duracağını sanmak gaflettir.
Yeryüzünün bütün milletleri bugün birbirinin akrabası olmuş veya olmak üzeredirler. Bu iti­barla insan kendi milletinin refah ve saadetini düşündüğü kadar bütün ulusların da sükûn ve huzurunu düşünmek mecburiyetindedir. Her fikir sahibi bu yolda çalışmakla hiç bir şey kayıp edilmeyeceğini pek âlâ bilir. Çünkü, dünya uluslarının saadetini istemek başka bir yolla kendi sa­adet ve sükûnumuzu istemek demektir.
Eğer başka sosyeteler arasında sükûn, âhenk ve tam bir anlaşma teessüs edememişse tek bir memleket sırf kendi sükûnu için nafile çalışmış olur, ve bunu kazanmağa asla muvaffak olamaz İşte bunun içindir ki kendilerine karşı derin bir ihlâs ve samimiyet duyduklarıma şu tavsiyede bulunuyorum :
Milletleri sevk ve idare edenler tabiî olarak her şeyden evvel kendi uluslarının saadet ve varlığının bir âmili olmayı arzu ederler; fakat ayni arzuyu yeryüzünde yaşayan bütün milletler için de beslemeleri lâzımdır.
Umumî hadiseler bize şu vakayı çok açık gösteriyorlar; o da : Pek uzak sandığımız bir hadisenin bir gün bize çok yakından dokunmayacağından emin olamamak keyfiyetidir. İşte bunun için bütün beşeriyeti bir vücut ve her sosyeteyi bu vücutta bir uzuv gibi tanımak zarureti var. Bir bedenin en küçük bir parçasına isabet eden herhangi bir ıstırap o bedeni baştan ayağa kadar müteessir etmez mi?
Türkiye, Romanya ve dostları hep kuvvetlidirler. Bize herhangi bir taraftan hiç bir tehlike gelebileceğini hatıra getirmiyorum. Böyle bir tehlike tasavvuru bile faydasızdır. Biz bütün âlemi sükûn içinde temaşa edebilmek mazhariyetine malikiz. Bununla  “Dünyanın filân noktasında şayet bir huzursuzluk varsa bundan bize ne?” dememeliyiz. İnsanlar, sosyeteler, hükümetler an­cak böyle bir zihniyetle tecâvüzlerden, gururlardan esirgenebilir. İster şahsî, ister millî olsun gurur daima kötü şeydir.
Bu mütalaalardan şu neticeyi çıkarabiliriz ; doğrudan doğruya menfaatimize taalluk eden her şeyi göz önünde tutup icaplarına göre hareket edecek, bundan sonra da bütün dünya ile alâkadar olacağız.
Küçük bir misal: Ben askerim. Büyük harpte bir ordunun başında bulunuyordum; o vakit Türkiye de başka ordular ve kumandanlar da vardı. Yalnız kendi ordumla değil öteki ordularla da meşgul oluyordum. Bir gün Erzurum cephesindeki ordunun durumuna ilişiği olan bir mesele ile geç vakte kadar uğraşırken yaverim bana; size ait olmayan işlerle niçin bu kadar yoruluyorsunuz? dedi.
Cevap verdim: Eğer diğer orduların durumlarını iyice bilmezsem ben kendi ordumu nasıl idare edebilirim? Bir hükümeti ve bir milleti idare eden insanlar işte böyle daima düşünmeye mecburdurlar.
Bu vesile ile sayın misafirimize şunu da söyleyeyim ki: sevdiklerime karşı bütün düşüncelerimi daima söylerim. Ben içinde lüzumsuz sır saklamayan bir adamım;
Çünkü ben halkçıyım düşündüklerimi bu halkın önünde her vakit söylüyorum. Eğer hata işlersem halk bana bildirebilir; fakat bu güne kadar halkın, benim bu açık sözlülüğümü yüzüme vurması vaki olmadı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder