Atatürk diyor ki:« İnsan kendi Milletinin refah ve saadetini düşündüğü kadar bütün ulusların da sükûn ve huzurunu düşünmek mecburiyetindedir. Her fikir sahibi bu yolda çalışmakla hiç bir şey kaybetmeyeceğini pek ala bilir ; çünkü, dünya uluslarının saadetini istemek başka bir yolla kendi saadet ve sükunumuzu istemektir. »
Bir bunu bir de o hatırımıza gelecek sosyal vecizeleri yan yana koyunuz sonra Arapların ekonomik sahada olsa bile şu “Masaibu kavmin inde kavmin fevaidu” sözünü ve meşhur Machiavel in « Prince » adlı eserinde zamanının hükümet adamlarına tavsiye ettiği halde bugüne kadar bol, bol su istimal olunan aykırı düşüncelerini göz önüne getiriniz.
Daha ileri giderek bütün diplomatları, inkılâpçıları, hatta belli başlı filozofları da işe karıştırmak suretiyle geçmişlerin bırakabildikleri izler üzerinde yürüyelim. Eğer bunlar arasında Atatürk ayarında tek bir adam görürseniz ben onu da Büyük Önderle mukayeseye hazırım.
Bana mübalağa yapıyor demeyiniz; rica ederim misal gösteriniz. Fakat her şeyden önce Atatürk’ü tanımak şartı ile.
Bazı gazetelerimizin lüzumlu lüzumsuz Onun adını sayfalarına geçirmeleri, bir kısım yazıcılarımızın, hattâ mevzularına hiç bir taalluku yokken yavan bir bahane bularak ondan, hem de en basit bir espri ile bahsetmeleri Atatürk gibi büyüklüğünü arsı ulusal medeniyet âlemine tasdik ettirmiş bir adama neşe vermez, bilâkis bizim büyüğümüzü hakkı ile tanıyamadığımızı gösterir ...
Böyle bir insana mazhariyet bir millet için şerefken, gururken Onun hayatını günü gününe inceleyip müspet eserler sunacak yerde işin fantezisi ile vakit geçiriyoruz. Bereket versin Tarih Encümeni az çok çalışmaktadır. Fakat her bakımdan büyük yaratılmış, büyük yaşamış bir adamın hayatı yalnız tarih mi? Ya! psikologlar, ahlakçılar, içtimaiyatçılar, münekkitler ve nihayet felsefeciler nerede?
İhtisaslarına göre tetebbu eserleri verebilmek için bütün kültür adamlarımızın Atatürk ten daha enteresan bir mevzu bulacaklarını sanmıyorum.
Halkımız, izah edemeyeceği derin bir şuurla Onu sevgi yapıp kalbinde, resim yapıp evinde, heykel yapıp bahçesinde taziz etmekte. Münevverlerimiz de bu izzetin manasını alarak kütüphaneler yapsalar...
Herriot gibi bir hükümet adamı baş vekil olduğu buhranlı devirlerde bile yazacak zaman buluyordu! V. Hugo için hazırladığı bir eseri tamamlamak üzere Jersey adasına kadar gitti. Manş denizin dalgaları arasında Fransız şairinin sürgünlük hatıralarını uyutan bu İngiliz adasında bir kaç gün de kaldı.
Diplomat Herriot Ke Dorse de bile tetebbu dan vazgeçemiyordu! Halbuki Hugo için daha önce yüzlerce etüt yapılmıştı.
Garplılar büyüklerini işte böyle dev aynasında görüp, göstermeği çok severler! Aynı şairin adını taşıyan cadde ve meydan da Paris in en şık bir mahallesini süslüyor. Hele o meydandaki heykeli sanatın bir şaheseridir. Yalnız bu mu? Bu kocaman şehrin içinde Fransız büyüklerinin binlerce heykeli var. Londra da böyle, Berlin de. İlle Roma, Sanki muazzam bir müzedir.
Zamanın nisyan tozları altında örtülüp kaybolmasını istemediğimiz ne kadar aziz hatıralar varsa garplılar onlara taştan, demirden, yani sanatın işleyebildiği ebediyetten şekiller vermişler! Orada bediî duygular, bütün kutsî mefhumların üstünde yaşıyor. Öyle sanıyorum ki insanlığı yalnız bu duygular yükseltecek.
Sorbonun büyük kapısından içeri girince iki büyük heykelin karşısında bulunursunuz; bunların ikisi de Fransız değildir. Büyüklük ve ihtişam önünde duyulan hayranlığın milliyeti olmuyor.
Bu münasebetle şunu hatırlıyorum : Atatürk için başka dillerle yazılan eserler bizimkinden daha çok!. Bunun manasını sormayalım cevabı acıdır; kendi kendimize düşünüp bulalım !.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder