------------------------------- Sitemizde lütfen yorum atarken ahlaki kuralları göz önünde bulundurarak yorum atalım... ----------------------------------- Sitemize kayıt olmanıza gerek yoktur... ---------------------------------- Yeni yazarlar aranmaktadır... ------------------------------- Sitemiz artık Googlede... ---------------------------- turkleroyun@hotmail.com' dan bana ulaşın..

SİTEMİZDE SADECE FELSEFE BULUNMAMAKTADIR YAZILARDA BULUNMAKTADIR...

12 Temmuz 2011 Salı

Atatük!ün Hayat Felsefesi !1!

Trablus gârp Mücahidi, Ana fartalar Kahramanı, Yıldırım orduları Baş kumandanı, Müdafaa milliye Reisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Reisi, Gazi Mustafa Kemal, Dumlupınar Kahramanı, Türkiye Cumhur Reisi, ve nihayet Atatürk hakkında yazılmış bir çok eserler gördüm. 
Haftalık Fransızca Ankara gazetesinin 25 Mart 1937 tarihli nüshasında « Atatürk Roman­yalı misafirlerimize söylüyor » başlıklı sütunları okuyup, uzun, uzun düşündükten sonra anladım ki bu Büyük Adamı hâlâ tanıyamamışım.. O sözleri okumadan, Atatürk’ün felsefi kudretini kavra­madan, Onun için ciltler dolduranlar gibi !.
Bu Büyük Önderin, bu söylevle beşerî hırs­ların çok üstünde yaşadığını öğreniyoruz.
O, hayatı eski zaman filozoflarının kuruntulu düşün­celerinden büsbütün farklı bir bakımla inceliyor. Descartes gibi, Spinoza gibi, Leibniz gibi, Kant gibi ve nihayet Bergson gibi, metafizik spekülasyonlar ( Derin fikir istiğrakınla hayat ve kâinatın mahiyetini anlamağa çalışmak ) da yapmamıştır.
Hakikati realiteye yaklaştırarak hayatı oldu­ğu gibi en insanî bir surette gönenmeği tavsiye etmektedir. Bunun için « Uluslar ıstırap ve kötülük nedir bilmemelidirler. Şeflerin vazifesi halka zevk ve saadet yolunu göstermektir. » diyor.
Biliyoruz ki zevk ve neşede maddî ve ma­nevî bir gerginlik ve dinçlik duyulur.Vücudumu­zu teşkil eden hücreler daha iyi çalışırlar, uz­viyetimizin enerjisi artar: iyi yer, iyi içeriz. Çalış­mak bir lezzet ve hayat bir saadet olur.
Şunu hemen söyleyiverelim ki Atanın kastettiği zevk, itidali aşmayan neşedir, yorgunluk veren, bizi yıpratan taşkınlıklar değil !..
Neşenin ruhî hayatımızda da çok önemli tesiri var: Şen bir adamın düşüncesi de şendir. Yaşayışından memnun olanın hatırına kötülük gelmez, gelse de tabiî olmaz.
Bazıları ıstırap ve felâketin de bir mürebbî ve münebbih olduğunu söylerler. Bu hal pek az kimseler üzerinde görülebilir. Ekseriyetle elemli ve gamlı hadiseler bizi yeise düşürüyorlar. Vücut kabına çekiliyor, baş omuzlarımız üstünde bir yük oluyor; belimiz bükülüyor ve dimağ âlemini ümitsizliğin kara bulutları kaplıyor.
« Montaigne » ıstırap için, ruhu iyi pişiren bir fırındır ( La douleur est la fournaise â recuire 1'âme ) demişti.
« Musset » de, insan bir çırak, ıstırap onun ustasıdır ( L'homme est un apprenti, la douleur \ est son maître ), tarzında şiirler söyledi. Onun marazlı düşüncesinden zaten böyle mısralar bek­lenirdi. Bununla beraber Epicure, Kant, ve Schopenhauer gibi kuvvetli filozoflar da bu me­selede bedbindirler. Sayfalarımızı felsefe dissertasion ( Çocukların yazmağa mecbur oldukları vazife ) larına çevirmemek için çocukluktan vazgeçiyoruz. 
Yalnız şunu işaret edelim ki Atatürk’ün halk için düşündüğü zevk « Spencer » in sos­yeteyi yükseltmeğe âmil olarak gösterdiği hazdır. Zaten bunu itidal içinde « Aristote » da tavsiye etmiyor mu?
Büyük önder, bu zevkin bizzat hayat ve saa­det kaynağı olduğunu en pratik şekli ile düşüne­rek herkesin gönenmesini istemektedir.
Bu gönenmekte ferdi, sosyetenin bir hücresi halinde yetiştirip çalıştırıyor ve sosyeteyi de bütün insan gurupları ile kaynaştırarak ideal bir aile sâadeti kuruyor. Atatürk’ün bu düşüncesi daha ziyade Latin Stoîciens ( Ravakıyun) larının moral prensiplerine uymaktadır. Bu filozoflar, insanlar bir vücudun azasıdır « Membrasumus corporis magni » demişlerdi.
« Sadi » nin,
( Beni adem azayı yekdigerent
Ki der âferineş zeyk ğevherent )
tarzında nazma çektiği bu vecizeyi Atatürk arsı ­ulusal politika felsefesinde sarahat la canlandırmıştır.
Aynı zamanda, büyük Önder « Aristote » un « Politicjue » ini de çok iyi incelemiş olacak ki içtimaî faziletten önce fertlerin imkân dahilinde inkişaflarına lüzum gösteriyor. Bu noktada « Pla­ton » dan daha pratik, daha beşerî düşünmekle beraber bize «Confucius » ün yüksek moralini de hatırlatmakta.
« Kendi şahsımız için değil bizden sonra gelecekler için çalışmak saadetin ilk şartıdır. Her fert ömrü müddetinde bu saadete erebilir. Akıllı bir insan başka türlü hareket edemez. Hayatta tam bir saadet ve sevinç ancak gelecek nesillerin şeref, bahtiyarlık ve varlığı için çalışmakla elde edilir » diyen Atatürk insanlara saadet yolunu «Bouddah»dan daha doğru olarak anlatmaktadır.
Bir gün “ Confucius “ a insanlar için en bü­yük faziletin ne olduğunu sordular:
« İnsanları sevmektir: sevgimizin bütün genîşliği ile, ve bütün kuvvetimizle insanları sevmeliyiz» cevabını verdi.
Atatürk bu muhabbeti bizden sonrakilere de fiilen teşmil sureti ile yüksek bir moral felsefesi yapmıştır.
Confucius ün talebesinden Menciüs üstadının insanlık hakkındaki düşüncelerini “ Yakınlarımızı, kendimizi sevdiğimiz gibi sevmek ve temiz bir kalp sahibi olmak ve bize nasıl mua­mele edilmesini istiyorsak başkalarına da öyle mu­amele etmekle “  hülasa ettiğine göre Atatürk’ün şu aşağıya aynen geçirdiğimiz cümlesi insanlığın moral felsefesindeki üstünlüğünü her zaman mu­hafaza edecektir.
Halbuki büyük ahlakçı tanınmış olan Nasıralı İsa nasihat larında Confucius den ileri gidemedi. Hatta İsa dan VI asır evvel yaşayan Çinli Filozofun yukarıya aldığımız moral prensiplerini İncil de ay­nen bulmak,kabildir.
Şimdi Atatürk’ün Fransızca ya çevrilmiş söy­levinden Türkçe ye tekrar çevirdiğimiz şu parçayı okuyalım: «Gelecek nesillerin şeref, bahtiyarlık ve varlığı için çalışan bir insan benden sonra gele­cekler benim böyle bir,arzu ile çalıştığımı acaba hesap edeceklerimi? diye düşünmemelidir. Hatta hizmetlerinin gelecek nesiller tarafından bilinme­mesine razı olmâğı tercih edecek karakterdeki insanlar daha ziyade bahtiyardırlar. »
Milliyet ve insaniyet perverliğin bu istikbali de çerçeveleyen mütekâmil şekli, ahlak felsefesin­de son bir merhaledir ve La Rocheîoırcadd un belli başlı moral prensiplerini hodgamlığa ircâ eden düşüncelerini kökünden sarsıyor !.
Hemcinsimize, bütün bediî güzelliklere, hatta  her şeye şamil bir muhabbet ve şefkat tavsiye eden ahlakçılar olduğunu biliyoruz. Kîtâbı mukaddesten aldığımız Pâul un Korentoslulara birinci risalesinin VIII inci babındaki şu : “Eğer insan ve melekler lisanları ile söylersem muhabbetim olma­dıkça çıngırdayan bakır yahut çınlayan zil olmuş  olurum. Ve eğer bende ilham olup ta cümle sırları ve cümle ilmi bilsem ve dağları yerinden naklet­meğe muktedir olan kâmil imanım olsa muhab­betim olmadıkça bir şey değilim. Ve eğer bütün  emvalimi sadaka versem ve eğer cesedimi yan­mağa teslim eylesem muhabbetim olmadıkça bana bir fâyda etmez “ sözleri manevi sevgiyi en geniş mefhumu ile kavradığı için klasik kalmıştır; ancak bu muhabbetin "Atatürk ün anlattığı şekilde gelecek nesilleri istihdaf eden bir gayeye mâtuf olduğu kestirilemez. Paul daha ziyade yaşadığı­mız zamana ait bir muhabbet tasvir ediyor.
Hâlbuki Atatürk, ferdi ve sosyeteyi tekâmüle götüren daha yüksek bir ahlak felsefesi yapmaktadır. İlle “hizmetlerinin gelecek nesiller tarafından bilinmemesine razı olmağı tercih edecek bir hilkatte yaratılmış insanlar daha bahtiyardırlar.” cümlesi ile asrımızın medeni zihniyetine en kestirme bir saadet yolu göstermiştir.
Kant’ın metafizikleştirdiği moral formülleri­nin yanında Atatürk’ün şu sarih cümlesi, pozitif, ve sosyal bir cereyan alan ahlâk prensiplerinin her ruhu tatmin eden yeni bir başlangıcı olabilir.
Söylevinin en önemli yerleri devlet adamla­rına ders olacak son kısımlarıdır. Burada öyle cümleler vardır ki bunları birer vecize halinde Milletler Cemiyeti Sarayının şeref salonuna yazdıramazsak sulh ve saadet Perisine borçlu kalırız... 
Şu cümlenin ihtiva ettiği yüksek manayı düşününüz, sonra da sizce kıymetli sanıp ezber­lediğiniz ;herhangi bir vecizeyi hatırlayarak bununla mukayese ediniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder